Allah Nasıl Zikredilir?

Konusu 'Bunları Biliyor muydunuz?' forumundadır ve saadet tarafından 18 Ocak 2017 başlatılmıştır.

  1. saadet

    saadet Moderatör Admin

    Bütün varlıklar kendine has bir sûrette Allâh’ı zikrederler. Yalnız onların bu hâlleri birbirinden farklıdır. Allah’ı zikreden dört sınıf mahlukat ve halleri…

    Muhyiddîn-i Arabî -kuddise sirruh- buyurur:

    “Bütün varlıklar kendine has bir sûrette Allâh’ı zikrederler. Yalnız onların bu hâlleri birbirinden farklıdır.”

    CEMÂDAT

    Birinci derecede cemâdat gelir. Yâni taş, toprak, su, madenler gibi cansızlar âlemi, (Allâh’ı en çok zikreden varlıklardır. Çünkü onlar) nefsâniyetten ve yemek, içmek, hava teneffüs etmek gibi ihtiyaçlardan müstağnî oldukları için gafletten daha uzaktırlar.”

    Cenâb-ı Hak, cemâdâtın bu uyanıklığını âyet-i kerîmede şu şekilde bildirmektedir:

    لَوْ أَنْزَلْنَا هذَا الْقُرْآنَ عَلَى جَبَلٍ لَرَأَيْتَهُ خَاشِعًا مُتَصَدِّعًا مِنْ خَشْيَةِ اللهِ

    وَتِلْكَ اْلأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ

    “Eğer Biz, bu Kur’ân’ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allâh korkusundan, büyük bir haşyetle paramparça olmuş görürdün. İşte Biz, insanlara düşünüp tefekkür etmeleri için böyle misâller veriyoruz.” (el-Haşr, 21)

    Allâh Teâlâ, Enbiyâ Sûresi’nin 79. âyetinde de:

    وَسَخَّرْنَا مَعَ دَاوُدَ الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ وَالطَّيْرَ وَكُنَّا فَاعِلِينَ

    “…Kuşları ve tesbîh eden dağları da Dâvûd’a boyun eğdirdik. (Bunları) yapan da Biz’iz!” buyurmaktadır.

    NEBÂDÂT

    Yine Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri’nin beyanlarına göre, Allâh’ı zikretme husûsunda cemâdâttan sonra nebâtât gelir. Bunların su, hava ve güneş gibi birtakım ihtiyaçları vardır. Cemâdâttan daha mütekâmildirler. Toprağı emip aldıkları birtakım kimyevî maddeleri, ilâhî tâyinle terkîb edip rengârenk çiçekler, yapraklar ve meyveler vücûda getirirler. Bu sebeple nebâtât, cemâdâta nazaran biraz daha az zikrederler.

    HAYVÂNÂT

    Sonra hayvânât gelir. Bunların hayâtî fonksiyonları nebâtâttan daha mütekâmildir. Bundan dolayı ihtiyaçları çoğalmıştır. Nefsâniyet artmıştır.

    İNSAN

    En son mertebedeki insanın ise, hem müsbet hem de menfî istikâmette ufku daha geniştir. Bu, onun îman teklîfine muhâtap olmasının tabiî bir netîcesidir. Fakat insanı benlik, hayâlât, havâtır ve dünyevî ihtiraslar, devamlı gaflete sevk eder.

    Nitekim Hac Sûresi’nin 18. âyet-i kerîmesinde şöyle buyrulur:

    أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللهَ يَسْجُدُ لَهُ مَنْ فِي السَّموَاتِ وَمَنْ فِي اْلأَرْضِ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ وَالنُّجُومُ وَالْجِبَالُ وَالشَّجَرُ وَالدَّوَابُّ وَكَثِيرٌ مِنَ النَّاسِ وَكَثِيرٌ حَقَّ عَلَيْهِ الْعَذَابُ

    “Görmez misin ki, göklerde ve yerde olanlar; güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allâh’a secde ediyor; birçoğunun da üzerine azap hak olmuştur…”

    Bu âyet-i kerîme, yukarıda geçen dört sınıfın hâlini, durumlarına göre ne güzel tasvîr eylemektedir. Bu da gösteriyor ki, kâinatta tesbîh etmeyen hiçbir varlık yoktur. Varlıklar içinde en gâfil, zikri en az ve Hak’tan en uzak olan varlıklar ise, ancak insanların bir kısmıdır.

    Bir başka âyet-i kerîmede mahlûkâtın devamlı olarak Cenâb-ı Hakk’ı zikrettikleri şöyle beyân edilir:

    تُسَبِّحُ لَهُ السَّموَاتُ السَّبْعُ وَاْلأَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَإِنْ مِنْ شَيْءٍ إِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدَهِ وَلكِنْ لاَ تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ إِنَّهُ كَانَ حَلِيمًا غَفُورًا

    “Yedi kat gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O’nu tesbîh eder. O’nu hamd ile tesbîh etmeyen hiçbir varlık yoktur. Ne var ki, siz onların tesbîhini anlayamazsınız! Şüphesiz ki O, Halîm (azapta hiç acele etmeyen)’dir, Gafûr (çok bağışlayandır)’dır.” (el-İsrâ, 44)

    Zikir ve tesbîh, iki türlüdür:

    Teshîrî zikir: Bu tarz zikir, mahlûkâtın kendiliğinden, gayr-i irâdî olarak yaptığı zikir ve tesbîhtir. Nebâtât ve hayvanâtın ömürleri, yaptıkları bu zikre bağlıdır. Bu zikir, onlar için âdeta bir hayat nefesidir. Zikri bitenin, ömrü de nihâyet bulur.
    İrâdî zikir: Beşerin, kendi irâdesiyle yaptığı zikir ve tesbîhtir.